Uzay Hukuku

UZAY HUKUKU

 

Uzay Hukuku nedir?

Uzay Hukuku kavramını çözümlemek ve tahlil edebilmek için öncelikle uzay ve hukuk kavramını anlamak gerekmektedir. 

Uzay; Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: “Bütün varlıkların içinde bulunduğu sonsuz boşluk, feza, mekân.” demektir. Elbette gördüğümüz, duyduğumuz ve nihayet yaşadığımız tüm alan uzaydır. Bununla birlikte bilimsel olarak çok daha ayrıntılı açıklamalara bir uzay bilimcisi daha güzel bir şekilde yer verebilecektir.

Hukuk; yine Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre: “Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze.” anlamına gelmekle birlikte, sadece toplumun değil, toplumu oluşturan her bireyin, bunun yanında her canlının hatta cansız varlıkların dahi hakları manasındadır. 

Dolayısıyla uzay hukuku dediğimiz zaman da, aslında uzay içerisindeki tüm varlıkların hukuku olarak anlamamız gerekmektedir. Bu varlıkların haklarını koruyan bir düzenden bahsediyoruz aslında uzay hukuku dediğimizde. 

Peki, uzay hukuku tam olarak ne zaman ortaya çıkmıştır?

Aslında, geçmişten günümüze uzay araştırmalarını enine boyuna incelediğimiz zaman, gök bilimi gözlemlerinin çok eskilere dayandığını bulabiliyoruz. Ancak sadece gök cisimlerinin gözlemlerinin yapılması bir uzay hukukunun doğumuna yetmemiştir. Gözlemler sonucunda gök cisimlerine her bir toplum farklı veya benzer isimler verse de, verilen bu isimlerin bir anlaşmazlık ortaya çıkardığı da pek duyulmamıştır. Nihayetinde gök cisimlerinin sahiplenilemeyeceği en azından bilinmektedir.

İkinci Dünya savaşının sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinin nükleer silah üretimi ve kullanımında artık laboratuvar ortamında olduğu kadar gerçek hayatta da başarılı olduğu acı bir tablo ile ortaya çıkmıştı. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, Amerika Birleşik Devletlerinin bu alanda Dünya’nın süper gücü olduğunu tescil etmeye yeterli gelmişti. Ancak Amerika yalnız değildi, en az onun kadar başarılı bir rakibi daha vardı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği ya da şu anki adıyla Rusya. Soğuk Savaşın etkilerinin başlaması da elbette nükleer silahların kullanılması ve buna yönelik risklerin de bu iki devletin birbirlerini tehdit edebilecek boyutlara ulaştırmasıyla artar hale gelmişti. Gök cisimleri ve uzay boşluğu artık sadece gözlemlenebilir düzeyde değildi, roket teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte ulaşılabilir düzeylerdeydi. Roket teknolojileri ve nükleer silahların kullanımı, aslında uzay hukukunun doğumunun asıl nedeni olmuştur desek abartmış olmayız. Aslında gerçekten de uzay hukukunun ortaya çıkışı 1950’li yılların sonuna doğru bu iki bilimsel gelişmenin etkileri nedeniyledir. Roket kullanımının aslında milattan önce Çinliler tarafından ortaya çıkarıldığı söylenmektedir. Elbette bunlar bildiğimiz anlamda roketler asla değildir, Çinlilerin baruta benzer patlayıcı maddeleri oklarının ucuna yerleştirdikleri ve yayları kullanarak onları düşmanlarına fırlattıkları rivayet edilir. Tabi bu gerçekten roket teknolojisinin en temeli midir bilinmez, ancak savaşlarda halen kullanılan füzelerin en temel hali olduğu rahatça gözlemlenebilmektedir. 

İşte, ilk gerçek anlamdaki roketin 1957 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarafından yapılmasıyla teknolojik gelişme de uzayın sınırlarına ulaşmış hatta onu geçmişti. 1957 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarafından uzaya gönderilen Sputnik 1 uydusu ile başarılı bir roket fırlatması ve yörünge dinamikleri gerçekleştirilmişti. Amerika roket çalışmalarına devam ederken Sovyetlerin bu alandaki hamlesiyle bir anda tedirgin olmuş, uzaydan ve dünya yörüngesinden Soyvetlerin kendilerini dinleyebileceğini düşünmüş, bu da artık Sovyetlerin kendilerini uzay yarışında geride bıraktığını onlara hissettirmişti. 

Sovyetler bu alanda 1958 yılında ikinci hamlesini yaparak Sputnik 2 uzay aracı ile yine uzaya ilk canlı olan “Laika” adlı köpeği göndermişti. Bu duruma Amerika Birleşik Devletleri kayıtsız kalamazdı. Her ne kadar daha teknolojik bir uydu gönderme çalışmalarını yürütse de, artık uzayda onlar da varolmak istiyorlardı. Sovyetler beklenmedik bir hamle daha yaptı. 12 Nisan 1961 yılında gönderdiği Vostok uzay aracı ile ilk Sovyet kozmonot Yuri Gagarin, uzaydaki ilk insan oldu, dünyanın yörüngesinde bir tur attı ve başarıyla yeryüzüne tekrar indi. Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm bunlara cevabı gecikmedi; Uzaydaki ilk insan Yuri Gagarin’nin yeryüzüne inmesinden henüz bir ay bile geçmeden, ilk Amerikalı astronot Alan Shepard, Mercury- Redstone 3 uzay aracı ile uzaya gönderildi. Artık uzay yarışlarının başladığının da bu hamleler bir habercisi olmuştur. 

Zira artık uzayda insanlık var olmaya başlamıştır. Burada bir parantez açmakta yarar görüyorum; bilimsel anlamda uzayın içinde yer almakta olmamıza rağmen, hukuksal anlamda neden ayrı bir uzay hukuku vardır diye kendime sürekli sorarım. Bunu aslında birazdan da değineceğimiz üzere, Birleşmiş Milletler’in uzay hukuku tanımında da şöyle yer almaktadır: “Uzay Hukuku, beş uzay antlaşması ve bunları takip eden beş uzay ilkesinden oluşur.”  Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımları Komitesi (COPUOS), işte 1959 yılında hem bir uzay hukuku meydana getirmek, hem de insanlığın uzayda hangi kurallarla karşı karşıya kalması gerektiğini düzenlemek ve bu kuralların uygulanmasını takip etmek amacıyla kurulmuştur. Aslında bu kurulun oluşumu, daha önce bahsettiğimiz gibi uzaya gönderilen ilk uydu olan Sputnik 1 uydusunun gönderilmesinden hemen sonra geçici bir şekilde 1958 yılında 18 üyeden oluşan bir şekilde kurulmuştu. 

Birleşmiş Milletler’in sadece uzay değil de dış uzay yani İngilizce karşılığı ile “outer space” olarak metinleri düzenlemesi, aslında kendime sorduğum neden ayrı bir uzay hukuku var? sorusuna da cevap vermektedir. Zira, dünyamız ve içindekiler dahil bizler de her ne kadar uzayda yer alsak da, dünyamıza özgü günlük hayatta uygulanan kurallar ile dış uzay dediğimiz dünyamız haricindeki uzay boşluğunda ve diğer gök cisimlerinde uygulanması gereken hukuk kuralları da farklı olmalıdır. Yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var; Örneğin her ülkenin kendine özgü münhasır hava sahası vardır, o devletin izni haricinde hava sahasına giren her türlü yabancı hava cismine devlet uyarı yapmadan dahi müdahale edebilir. Ancak, dış uzay dediğimiz uzay boşluğu ile dünyanın atmosferini oluşturan hava katmanları arasında hala nasıl bir sınır olduğu net olarak belirtilemiyor olsa da, uzay boşluğunda böyle bir münhasır egemenlik hiçbir devlete ait olmadığı için, her bir uzay aracı serbestçe uzay alanında dolaşabilmektedir. 

İşte tüm bu bilgiler ışığında kavramların da oluşmaya başlamasıyla, 1959 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi, 1961 yılında her iki süper gücün de yani hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ortaklaşa fikir yürütmesiyle birlikte yasal metinleri de oluşturmaya başlamıştır. 

1959 yılında kurulan Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi’ne ilk olarak şu devletler üye olmuştur: Arjantin, Avustralya, Belçika, Brezilya, Kanada, Çekoslovakya ( şimdi Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ), Fransa, Hindistan, İran, İtalya, Japonya, Meksika, Polonya, İsveç, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ( şimdi Rusya Federasyonu ), Birleşik Arap Cumhuriyet ( şimdi Mısır ), Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ve Amerika Birleşik Devletleri

Buradan gördüğümüz kadarıyla bu devletlerin her birinin o tarihlerde uzaya önem atfettiğini anlayabiliyoruz. 

1959 yılında COPUOS’un resmi bir organ olarak şekillenmesiyle birlikte, bu iki süper güç Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, nükleer silahlanma başta olmak üzere gelişen teknolojik silahların uzaydan takip edilemez ve sınırlandırılamaz bir biçimde yükselişini önlemek, birbirlerini dengeleyebilmek, bunların yanında uzaya çıkan astronotların ve uzay araçların hukuki statüsünü net olarak ortaya koymak, nihayet uzayın insanlık için hukuki anlamda statüsünü belirginleştirmek amacıyla ilk hukuki metinleri ortaya koymuştur. 

Bunlardan ilki, 1963 yılında kabul edilen Yasal İlkeler Bildirgesidir. Devletlerin Dış Uzayın Keşfi ve Kullanımına İlişkin Faaliyetlerini Düzenleyen Hukuki İlkeler Bildirgesi, bir antlaşma olmamakla beraber, uzay hukukun temelini oluşturmaktadır. Buna göre en belirgin üç maddesi kısaca şöyledir; 

- Dış uzay; tüm insanlığın yararına olacak şekilde kullanılmalıdır.

- Dış uzay ve gök cisimleri üzerinde hiçbir şekilde egemenlik iddia edilemez.

- Astronotlar insanlığın elçileridir. 

Uzay hukukunun sınırlarını o tarihlerde ve ilk olarak oldukça net bir şekilde çizen toplam dokuz yasal ilkelerden bu üç tanesi, aslında mana ve kavram olarak da su götürmez bir genel geçer uygulamaya sahiptir. Zira, o tarihlerde her ne kadar COPUOS’a üye toplam 24 ülke bulunmaktaysa da, dünya devletlerinin bir çoğu uzay teknolojisine sahip olmak bir yana, 1. ve 2. Dünya savaşlarından kalan yoksulluk, fakirlik ile mücadele etmekte, ölüm kalım mücadelesi vermektedir. Aslında Birleşmiş Milletler’in kuruluş ve organizasyon amacını da tam olarak yansıtan bir şekilde, yasal ilkelerin biraz önce bahsettiğimiz ilk ilkesi, her ne kadar teknolojik açıdan gelişme gösterememiş olsa da, tüm toplumların ve dolayısıyla tüm insanlığın yararına kullanılması gereken bir uzay alanı olduğunu vurgulamıştır. Hukukun temel ilkelerinden olan adalet ve eşitlik temelinde bir uzay olduğuna dikkat çeken bu ilke, elbette tartışılmaz gerçekliği de içinde barındırmaktadır. Diğer iki ilke ise, yine bu ilk ilkeden yola çıkarak anlaşılmalıdır. İnsanlığın yararına kullanılması gereken bir uzayda elbette egemenlik iddia edilemez. O halde herhangi bir devlet tarafından yine egemenlik iddiasıyla astronot da yollanamaz, barış amacıyla ve bilimsel araştırmalar için uzaya gönderilen astronotlara da bu gözle bakılması gerektiğinden hareketle, astronotların tüm insanlığın uzaydaki elçileri sayılmaları da gayet doğaldır, olması gerekendir. 

Bu ilkelerin bir bağlayıcılığı olmamasına rağmen, birazdan bahsedeceğimiz uzay antlaşmalarına taraf olmayan ülkeler bile 1963 tarihli ilkelere aykırı bir hareket tarzı sergilememiş, böyle bir söylemde dahi bulunmamıştır. 

Uzay antlaşmalarının ilki ise 1967 tarihli Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Keşfi ve Kullanımında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma’dır. Antlaşmanın başlangıç kısmı 1963 tarihli ilkelere atıf yapmakta, onları esas aldığını belirtmektedir. 

1967 tarihli Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Keşfi ve Kullanımında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten İlkeler Hakkında Antlaşma’nın kısa adı Dış Uzay Antlaşması’dır. 

Antlaşmaya şu anda ülkemizin de aralarında bulunduğu toplam 111 ülke üyedir. 

Antlaşmanın en önemli ve ilk maddesi; “Ay ve diğer gök cisimleri dahil, uzayın keşfi ve kullanılması, iktisadi veya bilimsel kalkınma derecelerine bakılmaksızın, bütün ülkelerin hayır ve menfaatine yürütülmelidir; bu bütün insanlığa tahsis olunmuştur.” Elbette Ay için ayrı bir başlık açılmış, diğer tüm gök cisimleri de beraber tutulmuştur. Devletlerin uzay yarışında ilk gözlerini diktiği yer Ay’dır. Dünyanın uydusu, yaklaşık 384.403 kilometre uzaklığıyla o tarihlerde keşfedilmeyi ve dolayısıyla ulaşılmayı bekleyen en gizemli cazip varlıktır. Bu nedenle, Ay’a ilk çıkacak olan devlet, elbette orada hem gücünü ispatlayacak, hem de gücünü diğer gök cisimlerine yönelik test alanı bulacaktır. 

Bu antlaşmanın diğer bir önemli maddesi ise, antlaşmaya taraf devletlerin, nükleer silahlar veya diğer çeşit kitlesel tahrip silahları taşıyan cisimlerini dünya etrafındaki bir yörüngeye oturtmamayı, bu gibi silahları gök cisimlerine yerleştirmemeyi ve bu gibi silahları herhangi bir şekilde uzaya yerleştirmemeyi taahhüt altına almasıdır. Bununla beraber, aynı maddede, Ay ve Diğer Gök Cisimlerinin barışçıl amaçlarla kullanılması gerektiği belirtilmiş, hiçbir Gök Cisminde askeri manevraların yapılamayacağı da hüküm altına alınmıştır. 

Böylece, uzay hukuku ilk uzay antlaşması olan Dış Uzay Antlaşması ile taraf devletlere dış uzayın, ay’ın ve keşfedilsin veya henüz keşfedilmesin tüm diğer gök cisimlerinin üzerinde nükleer silahlar başta olmak üzere hiçbir askeri faaliyetin yapılamayacağını düzenlemiştir. 

Dış Uzay Antlaşmasının diğer hükümleri ise diğer uzay antlaşmalarının temeli olmuştur. 

Bunlardan ikincisi, 1968 tarihli Astronotların Kurtarılması, Astronotların ve Uzaya Fırlatılmış Olan Araçların Geri Verilmeleri Hakkında Antlaşma’dır. 

Kısa adı Kurtarma Antlaşması olan bu antlaşma ile, daha önce Yasal İlkeler Bildirgesinde şekillenmeye başlayan astronotların hukuki durumu artık netleşmiştir. Bunun yanında uzay araçlarının da hukuki açıdan düzenlemeleri mevcuttur.

Astronotların insanlığın elçileri olduğu daha önce bildirgelerde yer almıştır, ancak ayrıntılar bu antlaşmada düzenlenmiştir. İlk madde bunu düzenlemektedir, astronot taşıyan bir uzay aracının kazaen veya başka bir biçimde yabancı bir devlet toprağında acil iniş yaptığını duyan devlet veya devletler, derhal astoronotun devletine haber vermek, ulaşamadığı takdirde yine derhal kamuoyunu bilgilendirmekle yükümlüdür. Bununla beraber, o yabancı devlet derhal astronot ve uzay aracı mürettebatını kurtarma çalışmalarına başlamakla yükümlüdür. Eğer buna benzer bir acil iniş veya kaza durumu açık denizlerde meydana gelirse, bundan haberdar olan yabancı bir devlet derhal Birleşmiş Milletler Genel Sekreterini bilgilendirmekle yükümlüdür. Elbette netice olarak o astronot veya astronotlar kendi devletlerinin kayıt durumuna geri gönderileceklerdir, yani astonotları bulan devletlere geri verme yükümlülüğü de getirilmiştir. 

Astronotlar açısından “derhal” ibarelerinin bulunması önem arzetmektedir. Günümüze kadar henüz uygulanmamış bir antlaşma niteliğinde olması, aslında bazı kimselerce bu maddelerin “uyuyan güzel” olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Zira, bu maddeler çerçevesinde dost düşman birçok devlet bir araya gelmekte, güzel bir barış politikası sergilemektedir. 

1968 tarihli Kurtarma Antlaşmasına ülkemiz dahil günümüzde toplam 98 devlet üyedir. 

Kurtarma Antlaşmasının uzay araçlarını ilgilendiren bölümleri ise astronotların kurtarılması ve geri verilmesi hükümlerinin aynısı olmakla beraber, sadece bu hükümlerde “derhal” ibareleri bulunmamaktadır. Bu durumda, kendisine yükümlülük yüklenen devletler, aciliyet gerektirmeyen ve astoronotların kurtarılması ve geri verilmesine benzer işlemleri yerine getirmekle yükümlü kılınmışlardır. 

1972 tarihli Sorumluluk Sözleşmesine geçmeden önce, elbette insanlık tarihinde ve uzay çağındaki ilk adımlardan olan, yalnızca kendisi tarafından “küçük bir adım” olarak nitelenen Ay üzerindeki ilk insan Neil Armstrong ve arkadaşlarının Apollo 11 macerasını hatırlatmak gerekiyor. Zira, böylece Amerika Birleşik Devletleri, uzay yarışında Sovyetlerin önüne geçmiştir. Elbette Apollo 11 bilimsel bir uzay misyonudur, birazdan değineceğimiz 1979 tarihli Ay Antlaşmasındaki bilimsel çerçeve içerisinde astronotlar tarafından dünyaya Ay örnekleri de getirilmiştir. 

1972 tarihinde imzalanan Uzay Cisimlerinin Verdiği Zarardan Dolayı Uluslararası Sorumluluk Hakkında Sözleşme maddeleri adından da anlaşılacağı üzere uzay araçlarının diğer uzay araçlarına ve yeryüzündeki ve gökyüzündeki her bir varlığa yönelik zarar verici eylemlerinden ötürü sorumluluklarını kapsam altına almaktadır. Burada iki ayrı sorumluluk türü düzenlenmiştir. Ancak öncesinde ilk olarak Sorumluluk Sözleşmesi tanımlar yapmıştır. 

     Zarar terimi: İnsan hayatı kaybı, yaralanmalar ve insan sağlığına verilen diğer zararları veya devlet malları ile hükmi şahıslar ve hükümetlerarası kuruluşların mallarının kaybı ile bu mallara verilen zararları tanımlar.

     Fırlatan devlet terimi: Fırlatma teşebbüsünü de içeren, bir uzay cismini fırlatan veya fırlattıran devleti ya da uzay cismini kendi ülkesinden veya tesislerinden fırlatılmasına izin veren devleti tanımlar.

     Uzay Cismi terimi: Bir uzay cismini meydana getiren kısımlarla, fırlatma aracı ve onu oluşturan kısımları içerir. 

      Dolayısıyla, bu tanımlamalar çok geniş kapsamlıdır.

      Sorumluluk iki türlüdür: 

İlk sorumluluk uzay aracının uzayda diğer uzay araçlarına verdiği zararlardan dolayıdır. Burada kusura dayanan sorumluluk ilkesi gereği, ortada kusurun olup olmadığı araştırılmalıdır.

İkinci sorumluluk ise kusursuz sorumluluktur. Uzay aracının yeryüzünde veya hava sahasında bir varlığa zarar vermesi durumunda diğer devlet her türlü sorumlu tutulmuştur. 

Sorumluluğu tazmin için bir komisyon oluşturulacağı da yine aynı Sorumluluk Antlaşmasında düzenlenmiştir. 

Sorumluluk Sözleşmesine ülkemiz dahil yine günümüzde 98 devlet üyedir. 

1974 tarihli kısa adı Tescil Sözleşmesi olan Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Tescili Sözleşmesi ise, fırlatma işlemini gerçekleştiren Devletlerin uzaya gönderdiği her bir uzay aracının tescil edilmesi gerekliliğini düzenler. Tescil devleti, hem kendi bünyesinde tutacağı tescil defterine uzay aracını ve bütünleyici parçalarını tescil eder, hem de bu tescil defterinin bir benzeri Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesinde tutulmakta olduğundan, oraya da gerekli verilerin bildirimini gerçekleştirir.

Tescil Sözleşmesine ise günümüzde ülkemiz dahil, 70 devlet üyedir. 

1979 tarihli Ay Antlaşması ise tam olarak dananın kuyruğunun koptuğu yerdir desek yanlış olmaz. Zira aslında en nihai anlamda Ay ve Diğer Gök Cisimlerindeki egemenlik işaretlerini yasaklayan bu Antlaşma adeta kağıt üzerinde kalmıştır. Tam adı Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Antlaşma olan bu Antlaşmaya, günümüzde ülkemiz dahil sadece 18 devlet üyedir. Süper güç olarak nitelendirilen Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin, bu antlaşmaya taraf olmamıştır. 

Antlaşma maddelerinden en önemlisi, Ay’ın keşfi ve kullanımının bütün insanlığa ait faaliyet alanı olacağı, bu tür çalışmaların işbirliği ve ortak yardımlaşma ilkesi çerçevesinde olması gerektiğidir. Ayrıca bilimsel araştırmaların serbestçe yapılabileceği, ancak Ay ve Diğer Gök Cisimlerinden ancak bilimsel amaçlı olarak ve bu ölçüde numune toplanabileceği, ayrıca bu tür numunelerin de istenildiği takdirde diğer taraf devletlerle paylaşılması gerekeceğidir. 

Belki de, bilimsel amaçlı numune yerine uzay madenciliği tabiri daha uygun olabilir, günümüzde her ne kadar teknolojik açıdan elverişli olmasa da, yakın zamanda uzay madenciliğine yönelik anlaşmalar çıkaran dört ülke vardır; Amerika Birleşik Devletleri, Lüksemburg, Birleşik Arap Emirlikleri ve Japonya. 

Bu durumda Ay Antlaşmasının uzay madenciliğine ve Ay’da yerleşime bir engel olarak görüldüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz. 

İlerleyen günlerde bu anlamda yeni gelişmelere tanık olmamız kaçınılmazdır. 

 

Son olarak, çoğunlukla yapay uydular hakkında düzenlemeler içeren dört uzay ilkesi de şunlardır: 

10 Aralık 1982 tarihli Uluslararası Doğrudan Televizyon Yayıncılığı için Yapay Dünya Uydularının Devletlerin Kullanımını Yöneten İlkeler, 

3 Aralık 1986 tarihli Dünyanın Uzaydan Uzaktan Algılanmasına İlişkin İlkeler

14 Aralık 1992 tarihli  Nükleer Güç Kaynaklarının Uzayda Kullanılmasına İlişkin Esaslar, (bunlar uzay araçlarında ve roketlerde hangi tür nükleer yakıtların kullanılabileceğini ve ne ölçüde kullanılması gerektiğini düzenler.)

ve 13 Aralık 1996 tarihli Gelişmekte Olan Ülkelerin İhtiyaçlarını Özel Olarak Göz önünde bulundurarak, Tüm Devletlerin Yararına Dış Uzayın Keşfi ve Kullanımında Uluslararası İşbirliği Bildirgesi’dir. 

Uzay Hukukunun eksiklikleri saymakla bitmez. Benim düşüncem, çok yakın zamanda ülkemizde en fazla ihtiyaç duyulan uzay teknolojilerinin de gelişmesine fırsat tanıyacak olan uluslararası çapta düzenlenmiş bir uzay hukuku mevzuatıdır. 

Uzay bizi beklemez, ancak koşarsak ona yetişebiliriz. 

  

Görüntülenme Sayısı: 1483