Casus Balon İmha Edildi, Sonrası Ne?

Birkaç gündür tüm dünyanın gündemini meşgul eden Çin'e ait casus balon iddiasına konu balon bu sabaha karşı ABD ordusu tarafından böyle imha edildi. Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetlerine ait iki F22 avcı uçağı Başkan Biden talimatıyla harekete geçerek havadan havaya bir ısıya duyarlı, AIM-9X süpersonik füze kullandığı da kayıtlara geçti. Aslında buna ilişkin pek çok çeşitli konuda yorumlar var;balonun bir meteoroloji balonu olduğu ve kontrolden çıkarak ABD'ye ulaştığı, 2015 yılında Trump yönetimi zamanında da buna benzer üç balon tarafından ABD hava sahasının işgal edildiği ancak vur emrinin verilmediği, Pekin yönetiminin en son imha edilen balonu için misilleme emri verdiği ve yine bir balonla nükleer bomba göndereceği vb...

Biz sadece olayın hava uzay sınırı noktasına değineceğiz. Zira, söz konusu balon 20 km irtifada olduğu için aslında normalde ticari uçakların seyrettiği hava irtfiasının iki üç kat üzerindeydi, troposferin üzerinde yer alıyor, stratosferde geziniyordu ve uzayın net bir başlangıç sınırı olmadığı için bu durum objektif anlamda ABD hava sahasının işgali anlamında yorumlanabilir miydi?

Aslında bu tarz stratosferik balonlarla uzayın karanlığına ulaşmak ve atmosfer çizgisine bakmak mümkün olabiliyor, bu tarz denemeler öğrenciler tarafından dahi yapılabiliyor. Peki uzay sınırı stratosfer olarak kabul edilebilir mi?

Buna ilişkin pek çok defa yorumlama yapıyoruz kısaca tekrar etmek gerekirse eğer Bilimsel anlamda her ne kadar kesin bir hava ve uzay sınırı çizmek mümkün görünmese de bunun yasal anlamda kağıt üzerinde belirlenmesine dair birtakım çalışmalar yapılmıştır. Macar asıllı Amerikalı havacılık ve uzay mühendisi Theodore von Karman 1956’da kendi sınırını 83.8 kilometre olarak belirlerken aslında uzay sınırını değil de bir hava aracının maksimum ne kadar yükselebileceğini belirlemeye çalışmıştı. Ancak birkaç yıl sonra bu sınır daha net olarak 100 kilometreye yuvarlanmıştırdı. Uluslararası Havacılık Federasyonu (FAI) bu sınırı uzay sınırı olarak kabul etmiştirti. Günümüzde Ancak Amerikan Ordusu ve NASA, uzaya çıkmak için 80 kilometre yüksekliği yeterli kabul ederek bu sınırı geçenlere astronot rozetleri takmaktadır. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri uzay sınırının yasal olarak belirlenmesine taraftar olmasa da en azından sözlü bir gelenek anlamında uzayın sınırını çizmektedir. Harvard Üniversitesinden astrofizikçi Jonathan McDowell, 2018 tarihli makalesinde özetle yörünge dinamiklerini hesaplayarak 80 kilometrenin üzerindeki irtifada bulunan bir uydunun yerçekimi etkisinden kurtulabileceğini ve atmosferdeki yanma etkisini bertaraf edebileceğini, 80 kilometrenin altında bu durumun tam tersi şekilde sonuçlanarak yerçekimi ve atmosferin etkisiyle uydunun yanarak yok olacağını, dolayısıyla uzay sınırının 80 kilometre olarak belirlenebileceğini ortaya koymuştur (McDowell, 2018)

Tüm bunlara bakıldığında yerine ve durumuna göre başta ABD olmak üzere büyük uzay güçleri hava uzay arasında bir sınırı kullanmamaktadır.

Temel anlamda uzay veya dış uzayın tanımı 1962 tarihli Yasal İlkeler Bildirgesi’nde yer almamaktadır. Bu durum büyük bir eksikliktir. İşte aynı şekilde uzayın mülkiyete elverişli olmadığını yine temel madde olarak ortaya koyan Uzay Hukuku’nun anayasası Dış Uzay Anlaşmasında da ne yazık ki bir uzay veya dış uzay tanımı yer almamaktadır. Belirtildiği şekliyle bir uzay tanımının olmamasına dair birçok farklı görüş farklı camialarda kendisine yer bulmuştur. Dış uzayı tanımlama meselesi, uzay ile atmosfer arasındaki sınırın çizilmesi meselesidir. 1959'dan bu yana, uzayın tanımlanması konusu, Birleşmiş Milletler Dış Uzayın Barışçıl Kullanımları Komitesi (UNCOPUOS), Hukuk Alt Komitesi ve Bilim ve Teknoloji Alt Komitesi'nde müzakere konusu olmaya devam etmektedirdiyor. Ancak henüz bir sonuca varılamamıştırdı. Bir görüş, birçok silah ve askeri faaliyetin, mevcut anlaşmalar ve normlara uygun olarak, atmosferde izin verildiği, ancak uzayda yasaklandığı için, uzayda bir silahlanma yarışının önlenmesi hususundaiçin açıkça sınırlandırılmış bir dış uzay sınırının gerekli olduğunu öne sürmektedir. Zira, 1944'te Şikago'da imzalanan Uluslararası Sivil Havacılık Konvansiyonu'na (Şikago Konvansiyonu) göre her devlet kendi ülkesi/bölgesi üzerindeki hava sahasında mutlak egemenlik hakkına sahiptir. Burada tarif edilen ülke ya da bölge (territory) o devletin toprakları ve karasularıdır. Antlaşmaya taraf olan tüm devletler kendi hava sahalarının diğer devletlerin askeri, gümrük ve zabıta hizmetleri dışında kullanılan uçakları tarafından kullanımına (tarifeli uluslararası uçuşlar hariç), "önceden izin alınmaksızın" müsaade etmek zorundadır. Uçaklar, kayıtlı oldukları ülkenin milliyetini taşırlar. Dolayısıyla bir devletin kendi hava sahasında askeri faaliyetler gerçekleştirmesi mümkün iken, hava sahasının üzerinde bir bölgede yer alan uzayda tüm askeri faaliyetler gerçekleştirmesi yasaklanmıştır. Keza bir devletin hava sahasına başka bir devletin askeri faaliyetler taşıyan hava taşıtları izin almaksızın giremezken, o hava sahasının üzerinde bir bölgede yer alan uzayda serbestçe seyahat edebilirler. Buradaki durum hem serbestiyet hem teknolojik güç meselesi olmaktadır. Tarihsel anlamda, "Uzay Özgürlüğü" kavramı, 1950'lerde uzay çağının doğuşu, Soğuk Savaş ve Başkan Dwight D. Eisenhower ile başlamıştır. Nükleer savaş tehdidi yaklaşırken, Başkan Eisenhower ve danışmanları, keşif uydularının konuşulmayan kullanımı için "uzay özgürlüğü"nün uluslararası kabulünü sağlamaya çalışmışlardırtılar. Uzayın yorumlaması, onun açık denizler gibi ele alınması şeklinde olmuştur. Ulusal karasal hava sahasının dışında, uluslar, uluslararası sınırlar endişesi olmaksızın barışçıl uzay operasyonları yürütmekte özgür olmuştur. Başkanın yüksek irtifa casus uydularını güvenli bir şekilde işletmek için açıklanmayan motivasyonunun çok iyi farkında olan Sovyetler Birliği, çok daha yüksek hava sahası sınırları oluşturmaya çalışarak bu fikre şiddetle karşı çıkmıştır. Bu tür protestolara rağmen Eisenhower, Amerika Birleşik Devletleri'nin 1957 Uluslararası Jeofizik Yılı'nın (IGY) bir parçası olarak bilimsel bir Dünya uydusu fırlatacağını duyurmuştur. ABD, zaten IGY planının bir parçası olan ve bir casus uydudan çok daha az tartışmalı olan bir bilim uydusunun, dünyanın uzaya ilk girişini yapmasını ve uzay özgürlüğü için emsal teşkil etmesini ümit etmiştir. İronik olarak, dünyanın ilk yapay uydusu olan Sputnik-1'in fırlatılmasıyla yanlışlıkla bir emsal oluşturan Sovyetler Birliği olmuştur. Sputnik ve IGY sırasında onu takip eden uydular uluslararası sınırları ihlal etmeden geçtiğinden, Uzay Özgürlüğü kavramı geçici olarak kurulmuştur.

Somut olayda ise Çin tarafından bu konseptin kullanılmadığını gördüm, ancak bekliyorum. Zira bir aracın uzayda olduğunu iddia ettiğinizde 1967 tarihli Dış Uzay Anlaşması Madde I'den yararlanmış ve dokunulmazlık benzeri bir kavramı kullanmış olursunuz.  Buna göre "Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dahil uzay hiçbir ayırt edici muameleye tabi tutulmaksızın eşitlik esasına ve devletler hukukuna uygun olarak bütün devletlerin keşif ve kullanmasına açık olup gök cisimlerinin bütün bölgelerine serbestçe girilebilir."

Dolayısıyla burada şöyle bir durum oluşuyor: Uzayın sınırının belirlenmesine karşı çıkan devletler bunu kendi casusluk faaliyetleri için kullanabilirlerken, söz konusu durumun kendi aleyhlerine kullanılmasına üstü kapalı onay vermiş olabilirler. Bu konsept iki ucu keskin bir bıçak ve tutanın elini kesinlikle keser, aynen Çin casus balonunda olduğu gibi.

Buna benzer olayları ilerleyen günlerde daha çok yaşayağımızı düşünüyorum. 

Görüntülenme Sayısı: 470